Bebekteki RH uyuşmazlığı ve ona bağlı kan bo­zuklukları erkenden teşhis edilip önlenebilmektedir.
Şizofreni, erken bunama ve paranoya da içinde olmak üzere, ağır akıl hastalıklarına karşı etkili ilaç­lar artmaktadır.
Sakinleştirici, ruhsal huzur ve dinçlik kazandırıcı ilaçlar geliştirilmektedir.
Uzay tıbbı ve nükleer tıp, büyük gelişmeler gös­termektedir.
Yaralı, sakat, doğuştan kusurlu ve felçli olanla­rın rehabilitasyonu, yani canlandırılıp topluma yeni­den kazandırılması çalışmaları gelişmektedir
Beslenme, vitaminler, madensel tuzlar üzerindeki yeni bilgiler sayesinde, beslenme bozukluğu hastalık­ları önlenebilmektedir.
Yeni gırtlak takma teknikleriyle, gırtlak kanse­rinde hastaya daha iyi konuşma olanakları sağlana­bilmektedir.
Mammografi ve termografi ile. meme kanseri er­ken teşhis edilebilmektedir.
Kalp elektroları, merkezî bir bilgisayara bir tele­fonla nakledilebilmektedir.
Teşhiste, hattâ tedavide bilgisayarlar kullanılabil­mektedir.
Yanıklarda ve plastik cerrahide yapay deri kul­lanmak mümkün olmaktadır.
Katarakt, yani göze perde inmesi ameliy&n. çok yakında göz doktorunun muayenehanesinde on daki­kada güvenle yapılabilecektir.
Göz tansiyonu, yani glokomda pö7ün kör olması, gözkapağma enjekte edilen bir ilaçla önlenebilecektir. Bu ilaç gözyuvarlağı içinde glokoma neden olan tan­siyonu kontrol altına alabilecektir
Diş 'etlerine diş takılması için takım protez ge­rekmemektedir




İKİZLER
Bir kadın aynı zamanda iki çocuk bir­den dünyaya getirebilir. Bu çocuklar "ikiz" olarak adlandırılır. Bu nasıl ol­maktadır? İkiz bir gebeliğin söz konusu olup olmadığı ne zaman bilinebilir? Gebeliğin ilk aylarında, dölyatağında iki dölütün bulunması anne için dikkate değer ipuçları göstermez. Ancak ikiz gebelik sırasında, gebeliğin ilk üç ayı içinde ortaya çıkan sinirsel bozukluklar daha belirgin olabilir. Ama kadın ilk gebeliğindeyse, karşılaştırma olanağı bu­lamaz ve bu durumun ayırıcı bir belirti olduğunu anlayamaz. Gebeliğin ikinci üç ayı boyunca, karın daha fazla büyüyeceğinden, anne kar­nında iki çocuk taşıdığından kuşkulana­bilir. Kadın hastalıkları uzmanı bazen kadının karnını dinleyerek iki kalp vuru­şunun varlığını ortaya çıkarabilir. Aynı zamanda, gebeliğin altıncı ayından iti­baren iki küçük başın yerini de bulabi­lir. Bununla birlikte, ikiz gebeliğin kli­nik teşhisi ancak yedinci aydan sonra yapılabilir. Ancak bu teşhis, birde rönt­gen muayenesiyle doğrulanmalıdır. Do­ğacak çocuk ya da çocuklar için, bu dö­nemde, röntgen muayenesinin hiçbir tehlikesi yoktur.
ikiz gebeliklerin yüzde 70'inde, ikizler her biri başka bir spermatozoit tarafın­dan döllenmiş farklı iki yumurtacıktan doğmaktadır. Bu durumda "yalancı" ikizlerden söz edilir. Doğacak ikiz kar­deşler birbirlerine normal kardeşlerden daha çok benzemezler v,e değişik cinsi­yetten olabilirler, ikiz gebeliklerin an­cak yüzde 30'unda, ikizler tek yumurta­cıktan doğmaktadır. Bu ikizler "gerçek" ikizler olarak adlandırılırlar. Aynı cinsi­yetten olan bu çocukların dış görünüş­leri ve karakterleri de birbirine son dere­ce benzer. Söz konusu yumurtacık bir tek spermatozoit tarafından döllenir, ama erkenden bir bölünmeye uğrayarak iki dölüt verir. Bölünmenin meydana geldiği ana göre, ikizler aynı dölüt ke­sesi içinde ya da iki ayrı kesede, tek ve­ya iki plasenta tarafından beslenerek gelişirler.
Genel olarak, iki çocuk dölyatağında düşey konumda yerleşir. Birinin başı aşağıya doğru, öbürününki yukarıya doğrudur.
Dölyatağı çeperleri üzerindeki aşırı ge­rilme nedeniyle, ikiz doğum ya erken gerçekleşir ya da birtakım zorluklar çı­karır. Gerçekten de aşırı gerilmiş kas lif­leri gerektiği gibi kasılamaz.

ANTİGRUP BAĞIŞIKLIK CİSİMLERİ
0 (sıfır) kan gurubundan bir kadının, de­ğişik bir guruptan (örneğin, A ya da B) bir erkekle evlendiğinde, babasıyle aynı kan gurubundan olan bir çocuğa gebe kalırsa, antigrup olarak nitelenen bağı­şıklık cisimleri üretebildiği görülmüştür. Zorunluluk halinde, bu kadına da Rh negatif kadınlara uygulanana benzer bir bağışıklık kazandırma işlemi uygula­nır.
Bu ise, gebeliğin başından itibaren, an­ne ve kocasının sadece Rhesus'lerinin değil, karşılıklı kan guruplarının da bilinmesinin zorunlu olduğunu, bir kez daha tanıtlar.

RHESUS ETKENİ
Rhesus etkeni kişilerin kanlarını birbi­rinden ayıran en önemli özelliktir. Landsteiner ve Wiener adlı bilginler 1940'ta, Macacus Rhesus maymunları­nın alyuvarlarında özel bir madde keş­fetmişler ve buna "Rhesus etkeni" adını vermişlerdir. Daha sonra, bu etkenin in­sanların yüzde 82'sinin alyuvarlarında varolduğu ortaya çıkarılmıştır; insanla­rın yüzde 18'inde bu madde yoktur. Rhesus etkeni taşıyan kişilerin kanı "Rh pozitif", bu etkeni taşımayanların kanı ise"Rh negatif" olarak adlandırılır. "Rh negatif" ve "Rh pozitif" kişiler ara­sında yapılacak bir kan alışverişi bazı tehlikeler gösterir: örneğin, bir kan ver­me işlemi sırasında, Rh negatif bir kişi, Rh pozitif kan alırsa, çok ciddi bir tehli­ke ortaya çıkar.
Dölütün kanıyle annenin kanı arasında­ki bir uyuşmazlık ciddi tehlikelere yol açabilir. Rh negatif bir kadınla Rh pozi­tif bir erkeğin birleşmesinden doğan ço­cuk, babası gibi, Rh pozitif kan taşıya­bilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, dölüt, anneninkinden bağımsız olarak dolaşan kendi kanını kendisi üretir. Bu­nunla birlikte, son aracılığıyle, dölüt kanının çok küçük de olsa bir bölümü annenin kan dolaşım sistemine sızabilir. Rh negatif bir annenin vücudu, bu du­rumda, kendini savunmak için, bağışık­lık cisimleri üretir. Bu bağışıklık cisimle­ri de sondan geçerek, çocuğun alyuvar­larını yok ederler. Bu durumda hemoli-tik denilen bir çeşit kansızlık ortaya çı­kar.
Bu hastalık, annenin ürettiği bağışıklık cisimlerinin miktarına bağlı olarak az ya da çok tehlikeli olur. Bu nedenle, Rh negatif bir kadın, gebeliğin başından itibaren, sık sık kan tahlilleri yaptırarak vücudundaki "bağışıklık cisimleri oranı­nı", yani kanında bulunan Rh yok edici bağışıklık cisimlerinin miktarını denet­lemelidir.Eğer bağışıklık cisimleri oranı çok yük­sek ise (ki bir doğumda birden çok ço­cuk doğuran kadınlarda, gebeliğin so­nunda, durum genellikle böyledir), dok­tor çoğu kez doğumu erkene almayı öğütler. Bu durumda, genellikle sezar­yene başvurulur. Bebekte özel bir durum görülürse, hemen kanı değiştiri­lir. Dölütün Rh pozitif etkeninin Rh ne­gatif anne üzerindeki etkisini ortadan kaldırabilecek ve sonuç olarak, annenin ürettiği bağışıklık cisimlerinin saldırısı­na uğradığı zaman Rh pozitif dölütte meydana gelen karışıklıkları önleyebilecek birçok çözüm yolları araştırılmakta­dır.
örneğin, dölütün karın zarı boşluğuna hemolitik hastalığın yok ettiği kanı kar­şılayacak şekilde Rh negatif alyuvarlar şırınga etme olanağı araştırılmıştır. Dölütün bir bacağını çıkarmak ve da­marlardan birinden kan vermek amacıyle dölyatağı çeperini kesme, daha sonra doğumu beklemek üzere çocuğu yeni­den dölyatağına kapama yolları da de­nenmiştir. Ancak bu işlemler kolayca gerçekleştirilemeyen son derece güç ameliyatlardır. En çıkar yol ciddi durum­larda bebeğin kanını değiştirmektir. Rh uyuşmazlığından doğan kansızlığa çok sık rastlanmaz. İstatistiklere göre oran 1666 gebelikte 1'dir. Ayrıca, Rh pozitif bir çocuğun varlığının Rh negatif annede zorunlu olarak bağışıklık cisim­leri üretimine yol açmadığını da belirt­mek gerekir. Rh negatif bir kadının ilk gebeliği genellikle kazasız geçer. (Tabii daha önceleri anneye Rh pozitif kan verilmemişse.) Çünkü annenin organiz­ması çocuğa zarar verebilecek kadar çok bağışıklık cismi üretecek zaman bu­lamaz.
İkinci ya da üçüncü gebelik sırasında, annenin kanında Rh yok edici bağışıklık cisimlerinin miktarı gittikçe artar ve dö­lüt kansızlık tehlikesiyle daha çok karşı­laşır.
Tıp, bugün bu düşüncelere dayanarak, Rhesus sorununu çözmek için başka bir yola girmiştir. Sero-profilaksi adı verilen bu yönteme göre, eğer Rh negatif bir kadına Rh pozitif kan verilmişse, ya da bu kadın daha önce Rh pozitif bir çocuk doğurmuşsa, hatta kanı Rh pozitif olan bir çocuk düşürmüşse, bu kadına, ka­nında bulunabilecek dölüt alyuvarlarıyle savaşarak onları yenecek özel serum­lar yardımıyle bağışıklık kazandırılır. Böylece, annenin organizması artık Rh yok edici bağışıklık cisimleri üretmez ve sonuç olarak kadının daha sonraki ge­belik durumunda çıkabilecek güçlükler başından önlenmiş olur.

DÖLÜT
Gebeliğin on ikinci haftasından itibaren embriyo insan biçimini alır ve cinsiyeti belirlemeğe başlar. Yaklaşık olarak yedi santimetre boyunda olan dölütün başı, gövdesine oranla çok büyüktür. Geliş­mesinin bu döneminde embriyoya dölüt adı verilir.
Ertesi ay, dölütün ağırlığı ve boyu bü­yük bir hızla artar. Yaklaşık olarak sekiz santimetre olan boyu 18 santimetreye ulaşır; ağırlığı da 45 gr. danf 225 gr.a çıkar. Büyüme bu hızla devam etmiş ol­saydı çocuğun doğumda 250 kilo gel­mesi gerekirdi.
Dölütün derisi çok ince olduğundan kan damarlarını gösterir. Önceleri alın ve çenesini sonra da bütün vücudunu hafif tüyler kaplar; sekizinci ayda bu tüyler kaybolur. Gebeliğin ikinci ayından son­ra dölüt annenin duymadığı çok hafif hareketler yapmağa başlar. Anne çocu­ğunun hareket etmeğe başladığını dör­düncü ay sırasında duymağa başlaya­caktır. Beşinci aydan itibaren, kalp atış­ları kuvvetlenir ve stetoskop ile dinlene­bilir hale gelir.
Anne ve doktorun çocuğu "duymaları" gibi çocuk da onları duyabilir. Çocuk da anne kalbinin atışlarını seçer, dış dün­yadan gelebilecek çok şiddetli gürültü­lere, kasılarak tepki gösterir. Gebeliğin altıncı ayında daha belirli bir hale gelen dölütün hareketlerinin amacı kaslarını kuvvetlendirmektir. Yerini de­ğiştirmekten yorulunca bacaklarını bü­zer, kollarını göğsünün üzerine çapraz bir biçimde yerleştirir ve dinlenme du­rumunu alır. Kendini ana karnı dışında­ki yaşama hazırlamak için sarfedeceği kuvvet sadece bununla kalmaz. Amni-yos sıvısından birkaç damla yutarak bir biçimde beslenmeyi de öğre­nir. Yeni doğan bebeğin, henüz hiç bir besin almamışken, mekonyum ismi ve­rilen koyu renkli kendine özgü bir dışkı salması bu olayın kanıtıdır. Dölyatağı içi yaşamın son üç ayı boyunca, dölütün kanı globülin bakımından zenginle­şir; globülinin büyük bir kısmı son tara­fından oluşturulur. Altıncı ayın sonun­da, dölüt, yaklaşık olarak bir kilo ağırlı­ğında ve 30-50 cm. boyundadır. Ertesi ay yani yedinci aydadölütün ağır­lığı 800 gr. arttığı gibi boyu da yaklaşık olarak 5 cm. uzar. Artık biçimi kesinleş­miştir, organları arasında uyum sağlan­mıştır. Deri daha az kırmızıdır; ancak deri altı yağı bulunmadığından buruşuk­tur. Dölüt giderek daha etkin olmağa başlar, bacaklarını sallar, yutkunur, ba­zen hıçkırığı bile olur. Bundan dört haf­ta sonra ağırlığı 2,5 kg. boyu da 45 cm. olur. Artık annesinin vücudunda geçire­ceği zamanı azalmıştır. Çocuğu daha tombul gösterecek küçük yağ kesecikle­ri oluşur, tırnakları sertleşir saçları kir­pikleri çıkar, kaş kemeri üzerinde hafif bir tüylenme oluşur. Dokuz aylık hazır­lanış devresinden sonra çocuk artık do­ğuma hazırdır. Boyu aşağı yukarı 50 cm. ağırlığı da 3,5 kilodur.Doğa doğum için gerekli herşeyi hazır­lamağa başlar; göğüs kemerinin altına ulaşmış olan dölyatağı, anneye daha ra­hat nefes alma olanağını vermek için 5-10 cm. aşağı iner. Çocuk baş aşağı dölyatağı boğazına yönelerek son duru­munu alır.
Bu döneme gelebilmek için yedi aylık zorlu bir hazırlanma süresi gerekmiştir. Yumurtacık ve spermatozoidin karşılaş­maları, kromozomlar ve genler sayesin­de, yeni kişinin temel niteliklerini belir­lemiştir. Döllenen yumurtacık, liflerinin yardımıyle, dölyatağı oyuğuna yerleş­miştir. Son ve göbek kordonu, anne ka­nında bulunan oksijen ve besleyici maddelerin çocuğunkine geçmesini sağlamıştır. Üçüncü ayın sonuna kadar embriyo böyle gelişmiştir. Dölüt büyük bir hızla büyüyerek üçüncü aydan do­kuzuncu aya kadar 8 cm.'den 50 cm.'ye uzadığı gibi, 45 gr. ağırlıktan yaklaşık olarak 3,5 kiloya ulaşmıştır. Doğum dönemine gelen bebek yaşamak için gereksindiği tüm gereçlere sahiptir. Beslenmesi ve fiziksel rahatlığı için an­nesine bağımlıdır ama nefes almasını, kendi sıcaklığını ayarlamasını, zehirleri­ni atmasını sağlayan, mekanizmalara sahiptir artık. Kemik çatısı ve kaslarının tümü büyümekte sinir sistemi de geliş­mektedir. Henüz tam gelişmemiş ol­makla beraber beş duyusu doğumdan sonra çevresinde olup biten herşeyi in­celemesine, dokunmasına, dinlenmesi­ne, soluk almasına, hatta tatmasına ve daha sonraları anlamasına ve dış dünya a; ile ilişki kurmasına yardımcı olmağa hazırlanmaktadır. Artık doğum öncesi ya­şam bitmek üzeredir.

EMBRİYO
Yirmi birinci gün civarında iki milimetre uzunluğunda olan embriyo şekillenme­ğe başlar. Uçlarından birinde bir şişkin­lik belirli hale gelir; bu kabarıklık içinde beynin oluşmağa başladığı başdır. Kısa bir süre sonra, henüz taslak halinde olan kalp atmağa başlar. Döllenmeden yaklaşık olarak otuz gün sonra, daha sonra kol ve bacağa dönü­şecek şişkinlikler ortaya çıkar. On gün sonra avuç içleri, burun, göz ve ağız boşluğu seçilebilir hale gelir. Bu arada sinir sistemi gelişir ve beyin kıvrımları belirir.

SONUN GÖREVİ
Çocuk, gelişmesi için gereksindiği oksi­jen ve besleyici maddeleri, annesinin kanından sağlar; bu da son (plasenta) sayesinde gerçekleşir. Yumurtacığın in­ce lifler yardımıyle dölyatağına tutun­duğu sırada oluşan yuvarlak cisme son denir. Son, döllenmiş yumurtacığın yu­va yapmasını kolaylaştıran progesteron hormonunun üretimini uyaran özel hor­monlarla annede olduğu kadar çocukta da bulaşıcı hastalıkları önleyen globülin denilen maddeler oluşturur. Anne kanı dölütün kanına karışmaz. Son bir filtre görevi görür; bakterilerin büyük bir kısmını tutar ama virüsler üzerinde etkisi yoktur. Bu nedenle, an­ne grip ya da kızamıkçık gibi virüs has­talıklarına yakalanırsa bunlar çocuğa geçebilir. Anneyi tedavi etmek için veri­len penisilin ve sülfamitler plasentadan geçtiği için çocuk da bu arada tedavi edilmiş olur. Son, nikotin, alkollü içki­ler bazı uyuşturucu ilâçlar, zehirli besinler gibi maddeleri süzmediği için, bu maddeler çocuğu tehlikeye sokabilir. Bu nedenle, gebe kadınların sigara kul­lanmamaları, alkollü içki içmemeleri ve doktor tarafından verilmemiş olan bir ilâcı almamaları gerekir. Dölyatağı dışında yaşayabileceği ana, yani doğana dek, yeni varlığın yaşaya­bilmesi için gerekli olan koşulları doğa böylelikle sağlar. Döllenen yumurtacı­ğın çekirdeğinde, çocuğun organlarını oluşturacak çeşitli dokular ayrımlaşma­ğa başlar.

YİRMİ DÖRT SAAT İÇİNDE
Yumurtacık ile spermatozoidin birleş­mesi ile oluşan yeni hücre, aşağı yukarı yirmi dört saat içinde bölünür; önce iki, sonra dört, sekiz, on altı, v.b. hücre oluşturur. Bütün bunlar henüz hacmi ni arttırmamış olan döllenmiş yumurta­cığın fallop borusundan dölyatağı boş­luğuna, inerken olur. Dölyatağı boşlu­ğuna geldiğinde, yumurtacığın boyutu toplu iğne başı kadardır ve yarısı ana öbür yarısı baba kaynaklı 46 kromozom içeren 150 hücreye sahiptir. Taşıdığı özgün maddeler sayesinde yu­murtacık, çok sayıda salgıbezine ve kan damarlarına sahip olan dölyatağının iç çeperine yerleşir. Bu yerleşme olayı döl­lenmeden sonraki dokuzuncu gün ger­çekleşir. Bundan sonra, çocuğun doğu­muna kadar dölyatağı gitgide genişleye­cektir. Yumurtacığın dış çeperinden, dölyatağı içinde bulunacağı süre boyun ca çocuğu saracak bir zar oluşur. Henüz ayrımlaşmamış bir madde yığını olan çekirdek ise, üçüncü ayın sonuna kadar embriyoya dönüşür. Embriyo ile zar ara­sında hacmi gitgide artmakta olan bir sı­vı görülür. Bu sıvının görevi, çocuğu dış darbe ve basınçlara karşı korumaktır

KROMOZOMLAR
Cinsiyet, saç rengi, göz biçimi, yetenek­ler v.b. gibi, her kişinin kendisine özgü belirtileri, dişi üretici hücre, yani yu­murtacık ile erkek üretici hücre, yani spermatozoitte bulunan öğelerin birleş­mesiyle belirlenir. Gerçekten de her yu­murtacık ve spermatozoitte kişinin ka­lıtsal özelliklerinin taşıyıcısı olan 46 kro­mozom vardır. Bu kromozomlardan iki­sinin cinsiyeti belirleme görevi vardır. Yumurtacıktaki cinsiyet kromozomları XX simgesiyle belirtilir; bunlar birbirinin tıpa tıp aynıdır. Buna karşılık, sperma-tozoidin kromozomları değişiktir ve XY simgesi ile belirtilirler. Üreme hücrele­rinin olgunlaşma süresi içinde, her üre­tici yarı yarıya eksilir ve hem spermato­zoitte hem de yumurtacıkta 46'dan 23'e iner. Böylece, bu azalma sonunda yumurtacığın cinsiyet kromozomları da­ima X olarak kalırken, spermatozoidin-kiler bazen X bazen de Y olurlar. Yumurtacık ve spermatozoit birleşerek yeni bir canlı oluştururlar. Her hücre­den 23 kromozom birbirine eklenir ve insan türünün belirgin sayısı olan 46 kro­mozom meydana çıkar. Türlerin kromo­zom sayısı değişmez. Örneğin bu sayı maymunda 52, bazı böceklerde ise sa­dece 4 tür.
Çocuğun cinsiyeti tamamen erkek hüc­redeki kromozomlara bağlıdır; çünkü sadece erkek hücreden bölünmeden ön­ce X ve Y kromozomu vardır. Yeni varlı­ğa can verecek olan hücrede X kromo­zomları birbirine eklenirse bir kız çocuk doğar; ama annenin bir X kromozomuy-la babanın bir Y kromozomu yeni hüc­rede birleşirse, bir erkek çocuk dünyaya gelir

BİNLERCE YILDAN BERİ SÜREGELEN BİR KORKU
Gebelik ilerleyip doğum yaklaştıkça, karşılaşacağı olaya karşı duyduğu korku genç kadında gitgide büyük ve belirli bir hal alır. Binlerce yıldan beri süregelen bu korku, her kadında ta çocukluğundan beri yerleşmiş durumdadır. Modem psikoloji, doğum konusunda gerekli bil-gilerin verilmesiyle kadının bu korkudan kurtarabileceğini göstermiştir. Niteliği iyice bilinmediği için sabit bir korku haline gelen doğum olayı, açık­lıkla gözler önüne serilmeli ve bundan başka genç kadına, bu doğal olaya niçin ve nasıl katılması gerektiği anlatılmalıdır. Genç kadına sorumluluk duygusu aşılanır ve doğum kaçınılmaz bir ceza gibi değil de aksine kadınlık yaşamının doğal bir olayı olarak gösterilirse, bu ola ya katılması sağlanır. Bununla beraber, doğum mekanizması­nı tanıtmak korkuyu gidermek için ye­terli değildir. Doğum olayı sadece kendisini ilgilendirmeyip aynı zamanda ço­cuğunu da ilgilendirdiğinden genç ka­dın yepyeni bir olay karşısındadır. Eğer korkuya karşı koymaya çalışırsa, olayla­ra göğüs germede zorluk çekebilir. Buna karşılık korkmanın mantıksal oldu­ğu gerçeğini kabul ederse, tüm ruhsal ve fiziksel çarelere başvurarak olaylara cesaretle göğüs germeğe hazırlanır. Eğer kadın, çocuğunu düşünmemeğe varacak kadar kendisi için korkmaktaysa, bu nedenle telâşa düşmesine ve suç­luluk duygusuna kapılmasına yer olma­dığı da anlatılmalıdır. Bu tamamen do­ğal bir duygudur. Doğumun yaklaşma­sıyla, daha önce çocuk için duyulan kay gının yanında kişisel endişe de ağırlık kazanır. Kadının kendisi için tasalanma­sı çok doğaldır. Dediğimiz gibi korkuyu kabullenmeli ve özellikle bunu açık
açık itiraf etmeli, doktoruyla da bu ko­nuyu tartışmalıdır. Gerekli gördüğü tak­dirde uyuşturucu bir ilâç kullanarak veya bayıltarak genç kadına doğumu yaptıracak olan kişi' doktoru olacağına göre, hiç bir çekingenlik duymaksızın kendisiyle serbestçe konuşabilmelidir. Bazen ağrısız doğum diye de adlandırı­lan kontrollü doğum durumunda, ge­rekli ruhsal ve fiziksel hazırlığa koca da katılmalıdır. Her şeyi kocaya açıkça izah etmek, solunum alıştırmalarını denetlemesini sağlamak, bu konuyla il­gili kitapları okumasını önermek gere­kir. Bu tür doğumla ilgili filmler varsa onlar da gösterilmelidir. Böylece karı ve koca, ilk ya da daha sonraki çocuğun varlığının yol açacağı çeşitli sorunlara birlikte göğüs germeğe hazırlanmış olurlar.

ÖNCE ERKEK ÇOCUK MU?
Kadınlar ilk gebeliklerinde, genellikle bir oğlan çocuk doğurmayı amaçlarlar. Psikanalistlere göre bu istek kendileri­nin erkek olarak doğmamış olmaların­dan kaynaklanan bilinçsiz bir intikam duygusuna bağlanır. Doğuracakları ço­cuğu tanıdıkları ilk erkek olan babaları­na benzer bir biçimde düşlerinde görür­ler; bu olay da psikanalistlerin iddiasını doğrular. Gebeliği boyunca kadın, ya­kınlarıyla ve özellikle annesiyle yepyeni bir ilişki kurar. Çocukluğundan beri, kendisine örnek aldığı annesiyle bu kez daha kesin bir karşılaştırmaya girer. Gebe kadın genellikle annesini yüceleştirmeye eğilimlidir. Annesinde daima bir destek arar, dünyada kendisine gü­ven veren tek kimse odur. Bebeğe ge­rekli gereçlerin hazırlanması gibi kendi­ne düşen görevlerin çoğunu annesinden ister; annesine naz yapar. Kimi kadınlar ise gebeliği, ana vesaye­tinden kesin olarak kurtulmak için olum­lu bir fırsat sayarlar. Bu kadınlar "evet, annemsin, bugüne kadar sözünü dinle­dim, ama şimdi ben de bir anneyim, eşi­tiz; üzerimde artık hiçbir etkin kalmadı" diye düşünmeğe başlarlar. Bu tür bir davranış, günümüzde, özel­likle yaygınlık göstermektedir. Baba-erkil aile türü, artık devrini geçirmiş bulun­maktadır. Çalışma hayatıyla orantılı bir biçimde bağımsızlığa gitgide daha çok alışan genç kadınlar, anneleriyle olan bağlarını da azaltmak istemektedirler. Anneye karşı gebelikte takınılan bu iki değişik tutum, bu arada da bulunabilir. Bütün bu durumlara kocanın çok dikkat etmesi gerekmektedir. Aslında koca da çocuğu beklemektedir ama olayların dı­şında kalmakta olaylara seyirci olarak bakmaktadır. Kocanın eşini daha da iyi anlamağa çalışması ve bu cabavı özellikle karısının bunalımlı dönemlerinde daha da fazla göstermesi yerinde olur. Bu davranış kuşkusuz kolay değildir; çünkü koca karısının gebeliği "boyunca kendini her bakımdan oldukça rahatsız bir durumda hissedebilir. Hele ihtiraslı bir erkek karısının gebeli­ğini kıskanabilir; çünkü karısı kendisi­nin hiç bir zaman gerçekleştiremeyece­ği bir deneyi yaşamakta ve bundan da mutluluk duymaktadır. Karısının bu ço­cuğa karşı duyduğu ilgi, çocuğu bile kıs­kanması sonucunu doğurabilir. Kimi kez de, baba çocuğu gereğinden fazla önemseyerek karısını ihmal edebi­lir; karısı artık onun için, sadece düşleri­ni somutlaştırmağa yarayan bir araçtır. Erkeklerde görülen bu tür davranışlar ol­dukça yaygındır; bu davranışlar erkeğin çocukluğundaki sevgi eksiklikleriyle, kendinden daha küçük bir erkek ya da kız kardeşe karşı duyulmuş ve bütünüy­le yenilememiş bir kıskançlıkla bağlan­tılıdır. İşte bu nedenle, bu tür davranış­lar küçümseme ya da kızgınlıkla karşı-lanmamalıdır. Karı koca ilişkileri gebe­likte biraz bozulmuşsa, bunu bir facia haline getirmenin gereği yoktur; bir dok­tor ya da bir psikolog kolayca gerekli çareyi bulur.

Anne olma günü yaklaştıkça, kadında oluşan fiziksel değişikliklerle beraber, geçici ya da sürekli olarak kişiliğini ol­dukça önemli bir biçimde etkileyebile­cek ruhsal değişiklikler de meydana çı­kabilir. Genç kadın, bu değişimlerden allak bullak olabilir. Esenlik içinde yaşa­yan bir kadının birdenbire endişeli ve melankolik bir insan haline dönüşümü­nü bu duruma örnek olarak verebiliriz. Genç anne, yeni bir varlığa can vermek­ten gurur duymakla beraber, çocuğuyla bağlantısının zayıfladığı tasasına kapı­lır. Gerçekten de bir çocuğu dünyaya getirmek aynı zamanda onu kendinden uzaklaştırmak demektir. Bu nedenle, annenin bilinçaltına, çocuğunu, ken­dinden koptuğu anda kaybedeceği fikri usul usul yerleşir. Bu bekleyişin doğur­duğu ruhsal baskının, hem kendisine hem de çocuğuna karşı duyacağı tasa­lanma biçiminde meydana çıkması an­layışla karşılanmalıdır. Annede çocuğu­nu kaybetme ya da anormal bir çocuk doğurma korkusu vardır. Annedeki vücut çizgilerinin bozulması korkusu, tam anlamıyla dişice bir endi­şedir. Bu tür tasalar doğal olmakla bera­ber, bu duygu çok şiddetli bir biçimde kendini gösterirse, genç kadının anneli­ği bir türlü kabullenemediğini ya da ta çocukluk devrinde yerleşmiş bazı neden­ler dolayısıyle bu tür bir duyguya kapıl­dığı sonucuna varmak gerekir. Zaman geçtikçe ve çocuk da varlığını duyur­dukça bu endişeler genellikle, kaybo­lur.
Kadınların çoğu, gebeliklerinin ilk ayla­rında kendilerinde suçluluk duygusu uyandıran bir düş kırıklığı duyarlar. Oluşmakta olan varlığın "kendi" çocuk­ları olduğunu bir türlü algılayamazlar, bu nedenle de içlerini bir sıkıntı duygu­su kaplar.
İlk aylarda sürekli olarak kendini göste­ren tedirginlikler kaybolur, çocuk hare­ket etmeğe başladıkça bağımsız bir var­lık olarak kendini belirttikçe genç kadın, anneliğinin elle dokunulur bir kanıtını elde etmiş olur. işte o zaman, "yavrusunu" düşünmeğe başlar. Olgun­luğa erişmemiş "çocuk-kadınlar" anne­lik devrelerini kabukları içine çekilerek geçirirler. Çocukiarıyle dopdolu bir ya­şam sürerek, dış dünya ile ilgili her et­kinlik ve sorumluluktan sıyrılmalarına izin verildiğini sanırlar, her şeyin kendileri sayesinde olduğu fikrini benimser­ler. Başta kocaları olmak üzere, her­kesten tüm özen ve sevecenliklerini ken­dilerine göstermesini beklerler. Oysa, daha olgun ve daha etkin kadınlar, o an­da kendilerini gerçeğin kucağına atarak gelecekte yaşamağa ve çocuklarını, ki­şilikleriyle kendilerini dünyaya kabul et­tirmeği bilecek olağanüstü birer varlık olarak görmeğe başlarlar bile.

Spor
Düzenli olarak spor yapan bir kadın hâ­lâ bu sporu yapmağa devam etmek isti­yor ve doktoru da buna karşı çıkmıyor-sa, gebelik nedeniyle alışkanlıklarını de­ğiştirmesinin gereği yoktur. Ancak do­ğal olarak, büyük güç sarfetmekten ve kendini yormaktan kaçınacaktır. Gebe­likte yapılması öğütlenen sporlar açık havada yürüyüş ve yüzmedir. Bu sporlar, uyumlu ve eksiksiz hareketlerle iyi oksijen almayı sağladığı gibi, aynı za­manda doğum sırasında büyük güç sarf-edecek olan kasları doğuma hazırlar. Kayak kayma, ata binme, motosiklet kullanma gibi sürekli olarak vücudu sar­san veya düşme olasılığı olan sporların yapılmasına izin verilmez. Buna karşılık gebe bir kadının bisiklete binmesinde hiçbir sakınca yoktur.

Uyku
Gebeliğin son aylarında uyku uyumak çok zorlaşır. Karnın altına küçük bir yas­tık koyarak yan yatış denendiğinde, ra­hat edildiği görülür. Ancak, çocuk için herhangi bir tehlike olmadığından iste­nen her biçimde yatmakta bir sakınca yoktur. Anne bebeğin varlığını duyma­ğa başladıktan sonra genellikle daha ko­lay uyuyabilir. Ihlamur ya da papatya suyu içildiği halde uyumakta zorluk çe­kiliyorsa, doktora başvurarak bunun ça­resini bulmak gerekir. Dinlenememesi nedeniyle tedirgin ve yorgun olan bir an­ne az miktarda hafif bir uyku ilâcı alabi­lir; bunun çocuk için sakıncası yoktur.

Göğüsler
Gebelikte göğüslerin hacmi büyük ölçü­de artar. Daha gebelik başlangıcında, halelerin renginin koyulaşması, gebelik belirtilerinden biri olarak kabul edilmek­tedir. Göğüs bakımı konusunda, göğüs­leri sıkıştırmayan özel bir sutyen takıl­ması ve çatlakların oluşmasını önlemek için de besleyici bir kremle hafif hafif masaj yapılması doğru olur.

Cinsel İlişkiler
Gebelik boyunca genellikle son haftalar dışında, cinsel ilişkilerden kaçınmanın hiçbir gereği yoktur. Gebelik ve cinsel ilişki,birbiriyle hiçbir uyuşmazlık gös­termeyen iki doğal olaydır; ancak bu arada, kadının da bu ilişkide bulunmağa istekli olması gerektiğini de unutmamak gerekir. Ayrıca genç kadın düşük yap­mağa eğilimliyse, gebe kalmamış olsay­dı âdet görmesi gereken günlerde her türlü cinsel ilişkiden kaçınmağa dikkat etmelidir. Yapılan istatistikler, bu dö­nemde düşüklerin daha sık görüldüğünü ortaya koymaktadır.

Akıntılar
Genellikle gebelikte görülen bu akıntı­lar, mikrop kökenli olmayıp, üreme or­ganının kan toplaması nedeniyle oluşur­lar. Dölyolundabaşgösteren kaşıntı, ka­dın doktorunun öğütleyeceği yerel ya da genel tedaviyle giderilir. Gebelik bo­yunca, görülebilen bu akıntıların mutla­ka tedavi edilmeleri gerekir; böylece, doğum sırasında üreme organının tam sağlıklı olması sağlanır. Kaşıntılar, ger­çekten rahatsız edici olduklarından, te­davinin bir an önce yapılmasını genç kadın da isteyecektir. Mantar hastalığı gibi yabancı etkenler nedeniyle de olu­şabilecek akıntılar kaybolana dek, yeni­den bulaşma tehlikesini önlemek için, dölyatağı pamuktan bağlarla korunma­lıdır.

Röntgen
Gebelikte karın bölgesinin röntgeninin çekilmesi sakıncalıdır; bu nedenle de ancak röntgen çekilmesinin gerçekten zorunlu olduğu durumlarda bu yola baş vurulabilir, örneğin, ikiz bebek bekle­nip beklenmediğini veya bebeğin ana karnındaki duruş biçimini öğrenmek için bir filmin çekilmesi gerekebilir. Ço­cuğu röntgen ışınlarına hedef olmaktan uzak tutmak istenmesinin nedeni, ışın­lardan zarar görmesini önlemektir. Ge­beliğin ikinci haftası ile altıncı haftası arasındaki dönemde, dölüt ışınların et­kisine daha çok uğrayabilir; sonraki dö­nemlerde bu tehlike gitgide azalmağa başlar. Röntgen ışınlarına hedef oiacak bölgenin de büyük önemi vardır. Bu bölge dölyatağı dolaylarında bulunu­yorsa dölüt için tehlike var demektir ve ışın ayarının çok iyi hesaplanması gere­kir.

Tırnaklar
Gebelik boyunca, tırnaklar kalsiyum ek­sikliği nedeniyle daha çabuk kırılır. Or­ganizma için gerekli kalsiyum, ilâçlarla ve özel bir rejimle sağlanır. Tırnaklar eczanelerde satılan özel güçlendiriciler veya renksiz iyot sürülerek kuvvetlendirilebilir. Tırnaklar kısaltılır ve yumuşak cam kâğıdından törpüyle yuvarlaklaştırılırsa kırılmazlar. Bu dönemde oje sür­memek gerekir.

Mide Bulanması
Gebeliğin başında görülen belirtilerden biri de mide bulantısıdır. Bulantı sabah­ları daha çok görülür ve bol tükürük salgısıyle beraber oluşur. Üçüncü aydan sonra oldukça azalır. Sabah kahvaltıla­rını yatakta yapmak ve yataktan kalk­madan önce 15 ya da 20 dakika beklemek bu bulantıları biraz olsun azaltır. Gün boyunca, azar azar şeker yahut kurabiye yemenin da faydası olur. Mide bulantısı, koku ya da genellikle besin­lerle ilişkili belli tadlarla bağlantılıdır. Bu nedenle, yemekler, bulantının daha az belirgin olduğu bir zamanda yani öğ­leden sonraları pişirilirse, ertesi güne sa­dece yemeklerin ısıtılması kalmış olur ve böylece de bulantı olasılığı önlenebi­lir. Aynı şekilde, gün boyunca çok sıvı almamağa dikkat ederek, azar azar yemek yiyerek mideyi dolu tutmak da iyi sonuçlar verir. Bütün bu tedbirlere karşın bulantı hâlâ devam ederse, dok­tora başvurmaktan başka yapacak şey yoktur.

İlâçlar
Doktorun yasakladığı bir ilâcı kullan­maktan kesinlikle kaçınılacaktır. Ancak kadının daha rahat olması ve kendisini daha güvenlik içinde hissetmesi için ya­tıştırıcı bir ilâç, baş ağrıları için ağrı ke­sici etkisi olan bir ilâç ve bağırsak yu­muşatıcı bir ilâç kullanılabilir; ancak bunlar doktor tarafından verilmelidir.Bu ilâçlar evde hazır olursa genç kadın zorluk çekmez. Antibiyotikler, sülfamit ler ve kortizonlu ,bazı ilâçlar konusunda söylenenlerde büyük abartmalar yapıl­maktadır. Eskiden, gebe kadınlara bu tür ilâçları kullanmamaları konusunda uyarılarda-bulunulurdu; oysa, artık ye­terli doz ve doktorun dikkatli denetimi altında bu tür ilâçların çocuğa hiç bir zararı olmadığı anlaşılmıştır.

Gebelik Maskesi
Gebeliğin 3-6 ayı arasında yüzde görü­len koyu lekelere "gebelik maskesi" de­nir. Bu lekelerden endişe duymanın hiç­bir gereği yoktur; çünkü çocuğun doğumu yine kendiliğinden kaybolurlar. Leke­leri hafifletmek için, güzellik uzmanları tarafından hazırlanan çeşitli kremler var­dır. Lekeler varken normal güzellik mal­zemesi kullanılmamalıdır; bunların için­de bulunan koku ve gebelerde sık sık rastlanan allerji böyle davranmayı ge­rektirir.

Basur Memeleri
Basur memeleri anus damarlarının ge­nişlemesinden ileri gelir. Gebelikte olu­şan basur memeleri daha sonra kendili­ğinden kaybolurlar. Gebe kadınlar pek­lik çektiklerinden basur memeleri çok kolay gelişirler. Sebzeye dayanan bir re­jim ve gliserin özlü bir tenkiye basur memelerine karşı etkilidir. Ayrıca ıslak ve soğuk lapa ve özel pomatlar da ya­rarlıdır

Giyim
Günümüzün doğum öncesi giysileri, be­bek bekleyen annenin bütün gereksin­melerini yerine getirebilecek çeşitlilik­tedir, iç çamaşırların seçimi de çok önemli bir konu olup annenin rahatlığı da buna bağlıdır.
Külotlu çoraplar: Çok kullanışlı olan bu çoraplar, genellikle rahatsız edici ve bacaklardaki kan dolaşımına zarar verici jartiyer takma gereğini ortadan kaldır­maktadır. Bu nedenle gebe kadınlar bu çoraplardan giymelidirler.
Sutyenler: Göğüsleri bastırmadan geliş­mesini sağlayacak nitelikte olmalıdır.
Uzun çoraplar: Uzun süre ayakta duran kadınların varis çorapları giymeleri doğ­ru olur

Korse
Genellikle ilk gebelikte, korse takmak zorunlu değildir. Çünkü karın çeperi, çocuğun ağırlığını taşıyacak sağlamlık­tadır. İkiz bebek beklenen durumlarda ya da sonraki gebeliklerde, doktor be­şinci aydan sonra korse takılmasını öğüt­ler. Aynı öğüt, annenin sırtında ağrı duyduğu durumlarda da verilir. Bu tür korseler rastgele değil bir uzmanın öğüt­lerine uyularak alınmalıdır.

Aşermeler
Gebe bir kadın aşerdiği yiyeceği elde edemezse, çocuğun bu yiyeceğin ren­ginde bir leke ile doğacağı söylenir. Hiç kuşkusuz bunlar boş inanç olup, bilim­sel dayanaktan yoksundur.

Dişler
Çocuğun kalsiyum gereksinmesi nede­niyle, annesinin organizmasını dişlerin­de çürükler oluşturacak derecede kalsi­yumsuz bıraktığı iddiası biraz aşırıdır. Ancak anne az kalsiyum ve çok şeker alarak kötü bir beslenme yolu seçmişse, önceleri var olan küçük bir çürük gitgi­de büyür. Ayrıca hormon dengesinin bozukluğu, tükürüğün asitliğinde deği­şiklik oluşturarak diş minesini zedeleye­bilir. Bu nedenle, her ay dişçiye kontro­le gitmek doğru olur.

Peklik
Gebelikte dölyatağı kasılmalarını engel­leme görevi olan progesteron hormonu kalın bağırsağın düzenini etkileyebilir ve böylece pekliğe yol açabilir. Peklik pişmiş sebze ve pişmiş ya da çiğ meyve­den oluşan bir rejimle tedavi edilebilir. Fitil kullanarak ya da gliserinli tenkiye (yıkama) yaparak da pekliği geçiştirme yolu denenebilir.
Her gece yatmadan önce, birkaç saat ılık suda bırakılmış birkaç kuru erik yen­mesi ya da sabahları aç karnına bir bardak erik suyu içilmesi de yararlıdır. Bü­tün bu tedbirler etkisiz kalırsa doktora görünmek gerekir; doktor yağ ya da meyve özlü bir bağırsak yumuşatıcı ilâç verecektir.
Geceleri özellikle bacaklarda olmak üzere kramplar görülebilir. Krampı gi­dermek için ağrılı kısım soğuk suyla yı­kanmalı ya da ovulmalıdır. Bu kasılma­lar tekrarlanırsa, kalsiyum ya da vitamin eksikliği söz konusu olabilir; bu durum­da doktora danışmakta fayda vardır.

Sigara
Sigara kullanmaktan da kaçınmak gere­kir. Sigaraya gerçekten tutkun olanların bu yasağı uygulayamamaları halinde, her sigarayı ucuna dek içmeme şartıyle günde 5-6 tane içmelerine izin verilebi­lir

Saçlar
Gebelikte saçlar sarkar, parlaklığını yiti­rir, mizanpli tutmaz olur; ama bundan endişelenmeğe gerek yoktur. Doğum­dan sonra saçlar tekrar doğal durumları­nı elde ederler. Bu konuda rastgele bir tedaviye başvurmaktan kaçınmak gere­kir. Ciddi bir durum varsa bir cilt dokto­runa danışılmalıdır. Gebelikte saçlara mizanpli yaptırılabilir; ama boyama ko­nusunda dikkatli davranmak zehirleme olasılığı olan saç boyalarını kullanmak­tan kesinlikle kaçınmak gerekir; aksi takdirde böbrek ve karaciğer boş yere yorulmuş olur.

Kahve
Gebelik olağan bir şekilde gelişmekteyse, kahve zararlı değildir. Bununla beraber, bu izni kötüye kullanmamak gerekir. Kahve böbrekleri zorladığın­dan, bu organları kahveyle yormak ger­çekten hatalı bir davranış olur. Sözün kısası günde iki fincandan çok kahve iç­memeğe dikkat etmeli, hatta içerken de biraz sütle koyuluğunu hafifletme yolu seçilmelidir. Albümin ve yüksek tansi-
yon varsa kahveden bütünüyle vazgeç­mek gerekir.

Banyo
ilk çocuklarını doğuranlar gebeliğin so­nuna dek banyo yapabilirler. Daha önce doğum yapmış olanların son aylarda banyo yerine duş yapmaları daha iyi olur. Böylelikle önceki doğumlarla za­ten gevşemiş olan dölyoluna mikropla­rın ya da zararlı organizmaların girmesi önlenmiş olur.

Haleler
Halelerin gebeliğin son dönemindeki durumu ile emzirme sıkı sıkıya ilgilidir. Haleler son aylarda sık sık kolostrum sal­gıladığından her gün kaynamış sabunlu suya batırılmış bir bezle iyice silinmele­ri gerekir. Bu temizliğin alkolle yapıl­ması doğru değildir; alkol deriyi sertleştirdiğinden emzirme sırasında çatlakla­rın oluşmasına yol açar.

Alkollü içkiler
Kahve için ileri sürülen sebepler alkollü içkiler için de geçerlidir. Bu nedenle boş yere böbrekleri yormamak için bir süre için alkollü içkiden vazgeçilmesi doğru olur

Gebe kadınlar tuzlu yemek yiyebilirler mi?
Bu soruya olumlu cevap vermek gere­kir. Ancak albümin fazlalığında, hafif tansiyon, yükselmelerinde doktor tara­fından tuzsuz yemek yenmesi salık veri­lebilir. Tuzsuz pişmiş et, domates salça­sı ya da az tereyağ ile pişerse çok daha lezzetli olur. Üzerine limon sıkılmış maydanozla da, et daha lezzetli olur. Havuç, kereviz, lahana gibi salatası ya­pılan sebzelerde'n birçoğu, limonla çok daha lezzetli olurlar.

BESİNLERİN PİŞİRİLMESİ İÇİN ÖĞÜTLER
Daha önce de söylediğimiz gibi, soslu yemekleri yememek gerekir. Cebe ka­dında, kolaylıkla mide bulantısı, karaci­ğer tembelliğinin yol açtığı sindirim güç lükleri olabilir; peklik de yaygındır. Bir de yasaklanan yemekleri yiyerek bu ak­saklıkları arttırmanın gereği yoktur.
Etler: Etleri, yağsız olarak, fırında ya da ızgarada pişirmek doğru olur. Tava etle­re, tereyağı yerine az miktarda zeytin­yağı konması gerekir, italyan usulü bif­tek de yararlıdır. Bu bifteği pişirmek için ete, ateşe koymadan bir ya da iki saat önce biraz zeytinyağı sürdükten sonra kekik ekilir; pişeceği zaman et, yağ koymaksızm iyice kızdırılmış tava­ya konarak iki yüzü de iyice pişirilir; böylece biftek hem daha yumuşak hem de daha lezzetli olur. Bu yemeği özel­likle tuzsuz yemek rejimi uygulayanlara salık veririz. Et yahnisi de yararlıdır. Ke­reviz, havuç, soğan, defne, kekik gibi bol kokulu sebzeler haşlandıktan sonra 1 saat kadar pişirilir; 3 cm. kalınlığında bir fileto iyice bağlanır ve ipin artan kıs­mı elde tutularak fokurdamakta olan haşlama içine 5-6 dakika süreyle atılır; böylece et pişer ama içi canlı kalır. Alüminyum kâğıt içinde pişirilen ye­meklerin de çok lezzetli olduğunu belir­telim.
Sebzeler: Sebzelerde özellikle bol olan vitamin ve madensel tuzların piştikten sonrada kalmalarını.sağlamak için bu­harla pişirilmeleri doğru olur. Derin ve içinde tencerenin dibine değ­meyen kevgiri bulunan özel tencereler vardır. Böyle bir tencerenin içine biraz su koyduktan sonra sebzeleri kevgirin içine doldurarak kapağı kapayın. Bu pi­şiriş, yararlı öğelerin dağılmasını önler,üstelik yemeklerin daha lezzetli pişme­sini sağlar.
Patates su içinde ya da fırında kabuğuyla beraber pişirilirse C vitamininin kay­bedilmesi önlenir.
Sebze suyu ya da püre hazırlamak için düdüklü tencere kullanılabilir. Bu du­rumda pişirme süresi kısalır. Böyle pişi­rilen yemeklerin daha lezzetli olmaları için domates suyu ya da sebze ilâve edi­lebilir. Sos, domates ve kokulu otların kapalı bir tencerede yağsız olarak pişirilmesiyle elde edilir.

YEMEKLERİN NİTELİĞİ
Protein, dölütün gelişmesi için zorunlu bir öğedir. Sebe bir kadın her gün, kendi ağırlığının her kilosu içinjl 5 gr. pro- Besler teine gereksinme duyar, örneğin, 54 ki- etrrıes lo ağırlığındaysa, günde 80 gr. protein f-ebe alması gerekir. Bunun 2/3'ü et, süt, yumurta, balık gibi hayvansal kökenli, 1/3'ü sebze ve tahıl gibi bitkisel kökenli olmalıdır. Böyle bir rejim aşırı etli bir re­jim uygulanmasının yol açacağı zehir­lenme tehlikelerini ortadan kaldırır. Glüsidler ya da karbonhidratların enerji verici bir görevi vardır. Bunların her gün gebelikten önceki gibi, yani yaklaşık ola­rak 400 gr. (şeker ve nişasta) alınması gerekir.
Bol A ve D vitamini içeren yağlar (lipid-ler)da enerji kaynağıdır. Gebe bir kadın, günde aşağı yukarı 70 gr. yağlı madde gereksinir. Ancak sabahları 70 gr. tereyağını ya da mısırözü yağını tartıp, salata ya da ekmekle yiyerek olumlu bir sonuca varılmaz. Bu 70 gra­ma et, jambon, pasta, pişmiş yemekler için bulunan yağ da girer.
Vitaminlere gelince:Bu dönemde kadın organizması için özellikle önemli olan vitaminler şöyle sıralanabilir: A vitamini: Bebeğin büyümesi, deri ve kaslarının oluşması için gereklidir. Bun­dan başka, mikroplara karşı direnci art­tırır. Sütte, karaciğerde, balıkyağında bulunur.
B vitamini: Sinir sisteminin iyi işlemesi ve oluşması için gereklidir. Eksikliği annede sinir bozukluklarına yol açabilir. Karaciğerde, unda, sebzelerde, kuru meyvelerde, yumurta sarısında bulunur.
C vitamini: Kanın yenilenmesi ve kemik gelişimi için yararlıdır. Ayrıca, mikrop­lara karşı doğal direnci de arttırır. Tu­runçgillerde, yumurtada, sütte ve balıkyağında bulunur.
D vitamini: Kalsiyum ve fosforu kemik­lere saptar. Yumurtada ve oldukça önemli miktarda balıkyağında bulu­nur.
K vitamini: Kan durdurma özelliği oldu­ğundan doğuma hazırlama devresi olan gebeliğin son döneminde yararlıdır. Yu­murta sarısında, enginarda, domates ve lahanada bulunur. Minerallerden, kalsi­yum, fosfor ve demir çocuğun kemikle­rinin oluşmasına yardım ederler. Nor­mal bir gebelikte, ayrıca kalsiyum alma­ğa gerek yoktur. Demir, dölütün kanı­nın oluşması için gereklidir. Çocuğun varlığının ilk 5 ya da 6 ayı için demir bi­rikimi yapması gerekir. Sodyum klorür ya da tuz tehlikelidir. Ancak bu tehlike tuzun dokularda sıvı tutmasına bağlı ol­mayıp gebe kadın organizmasının zaten tuz biriktirmeğe eğilimli olmasının so­nucudur.
Bu nedenle gebe kadın tuz ve maden suyu tüketimini azaltmalı ya da büyük bir dikkatle denetlemelidir. Zaten yüz, bilek ve el şişmesi durumlarında, ağırlı­ğın aşırı artışı ya da fazla albümin varlığı durumlarında bu maddelerin kul­lanılmasını doktor yasaklar. Ancak, al­bümin ya da ödemi önlemek için mut­fak tuzunun gebe kadına kesinlikle ya­saklanması gerektiği fikri tartışmalıdır.
içeceklere gelince: Gebe kadın her gün yaklaşık olarak 1 litre sıvı almalıdır. Ter­lemenin oldukça fazla olduğu yaz mevsiminde sıvı miktarının bir buçuk litreye yükseltilmesi gerekir. Su, süt, açık çay, meyve suları, ıhlamur ve pa­patya suyu içilebilir. Az miktarda şarap da tehlikesizdir. Az oranda alkolü olan bira da içilebilir. Kahve açık ve sütlü olmalıdır. Fazla alkollü içkiler ve aperitifler yasaktır. Cebe kadının düzenli bir re­jim uygulayabilmesi için her besinde bu­lunan, protein, glüsid lipid, vitamin ve madensel tuz miktarını gösteren tablo­ları iyice incelemesi gerekir.
İlk üç çizelgede, günde 1800-1900 kalori sağlayan
rejimler verilmiştir. Dördüncü çizelge ise daha
daha iyi besin alması gereken gebe kadın/ar
için düzenlenmiştir ve 2500-1600 kalorilik bir
besin tüketimini gösterir. Birinci çizelgede
kahvaltıda, ikinci çizelgede öğle yemeğinde ve
üçüncü çizelgede ise akşam yemeğinde
yenebilecek besinler gösterilmiştir. Her besin
için gram o/arak tüketilen miktar ile lipit,
protein, glüsit ve kalori değerleri verilmiştir.
Ayrıca her besinin içerdiği vitamin ve madensel
tuz miktarı da gösterilmektedir. Şişmanlamaya
eğilim gösteren kadınlara şu yemek listesi
örnek verilebilir:
Kahvaltıda: Çay veya kahve, bir santilitre süt,
10 gr. şeker 50 gr. ekmek ve isteğe göre
meyve.
Öğle yemeğinde: Sebze veya et suyu içeren
bir çorba, 30 gr. pilâv veya hamur işi, et
veya balık, bir porsiyon sebze yemeği, 100 gr.
ekmek ve bir bardak bira veya şarap.
Akşam yemeğinde: Sebze çorbası, et, peynir
veya yumurta, sebze ve meyve.
2500 kalorilik bir rejim uygulanmak istenirse
1800 kalorilik rejime, kahvaltıda reçel veya bal,
öğle yemeğinde pilâv veya hamur işi,
akşam yemeğinde de yağlı yemekler eklenebilir.
öğleden sonra istenirse biraz meyve
yenebilir.

BESİNLERİN NİCELİĞİ
Gebeliğin birinci döneminde,
günde olağan zamanlarda yeterli olan 2000 kaloriden fazla kalori almağa gerek yoktur.
Buna karşılık son 18 hafta, günde 2500-2600 kalori gereklidir. Ancak bu ölçü insandan insana değişir. Gebelikten önce çok etkin bir yaşantısı olan ve yeni durumu nedeniyle çalışma­yı ya da düzenli olarak yaptığı sporu bı­rakan bir kadın, şişmanlamaya daha çok eğilim gösterir; bu nedenle de kendini daha çok gözetmesi gerekir. Buna karşı­lık olağan yaşantısını hiç değiştirmeyen bir kadın ise biraz daha zengin besin gereksinecektir. Ne olursa olsun, hem iş­tahlı hem de iştahsız kadınlar, gebelik­leri süresince ölçülü bir dengede kal­mak için, kendilerine her zamankinden daha fazla dikkat etmek zorundadır­lar.
Gebe kadın özel bir rejim izlemekteyse, bu rejimin kendisinin ya da çocuğunun sağlığı için dengesizlikler doğurup do­ğurmayacağını doktoruna danışmalıdır. Bir kadın gebeliği boyunca önceleri ay­da bir kilo, son aylarda da bazen iki kilo alabilir. Düzenli olarak tartılması ve "fazla kilo" alırsa doktoruna danışması gerekir. Her fazla kilo hem çocuk hem de anne için gereksiz bir yüktür.

İKİ KİŞİLİK YEMEK YEMEYİN
Sık sık söylenenin aksine, gebe kadın iki cana yetecek kadar yemek yememelidir. Gebe kadının her zaman açlık duygusu duyması açlığın değil, genellikle sinirli­liğin sonucudur.
Besinlerde asıl önemli olan nicelik değil niteliktir. Bilindiği gibi fazla yemek ye­mek insanı aşırı derecede şişmanlatır. Bebeğin ağırlığına, doğumdan sonra at­ması güç bir yağ tabakası eklemenin ge­reği yoktur, öte yandan gebe kadının sindirim sistemi de oldukça yavaş çalı­şır; bu sakıncayı bir de fazla yemek yi­yerek arttırmanın hiç bir gereği yoktur. Çocuk ne denli büyük tursa doğum da o denli güç olur. Yenilen şeylere dikkat etmek çok önemli bir konudur. Beslen­mede bebeğe gerekli bir öğe eksik olur­sa, bebek gereksinmesini annesindeki birikimlerden sağlayacağından sonuçta annede bazı eksiklikler oluşur. Protein eksikliği annede kansızlığa, kalsiyum eksikliği diş çürümesine, B vitamini ek­sikliği de kramplara ve sinir yangılan­malarına yol açacaktır.

Gebeliğin dokuz ayı, her biri üçer aylık üç devreye ayrılır. Gerçekten de gebeli­ğin dördüncü ve yedinci aylarının baş­langıcı önemli bir anlam taşır.
Gebeliğin ilk üç ayı: Bu dönem vücut yapısının "uyma" dönemidir. Ananın or­ganizması çocuğu benimsemek için de­ğişmeğe başlar. Genç kadının duyabile­ceği az ya da çok belirgin rahatsızlıklar, organizmanın yepyeni bir duruma uyma çabasının sonuçlarından başka bir şey değildir. Gebelik süresinin ilk üç ayın­da, özellikle sabahları kahvaltıda kendi­ni gösteren bulantı, mide yanması, öğür­tü, peklik gibi rahatsızlıklar bu dönem­de yaygınlık gösterir. Olağan ölçülerde kaldıklarında, bu bozukluklar annenin sağlığını tehlikeye sokmazlar ve dördün­cü aya doğru kaybolurlar. Bununla be­raber bu rahatsızlıklar, vücutta önemli ölçüde kilo kaybına yol açıyorsa gerekli uzmanlara görünmek kaçınılmaz olur. Çünkü bu rahatsızlıkların gebelik dışı bir kaynağı olabilir. Soluk almada güç­lük çekme, kalp atışlarının yavaşlaması, kandaki akyuvarların ve dolaşımdaki kanın artış göstermesi gibi belirtiler ise gebeliğin doğal fizyolojik sonuçlarıdır. Buna karşılık bacaklardaki ağırlık duy­gusu için aynı şeyler söylenemez; bu gerçek bir rahatsızlık belirtisidir. Sindi­rim sistemi düzensizlikleri ise gebelik­lerde rastlanan sinirsel ruhsal bozukluk­lara bağlıdır.Aşırı durumlarda bir ruh doktorunun müdahalesi gerekli olabilir. Genç anne, korku ve şüphelerinin nedenini öğrenin­ce olumlu ilk adımı atmış olur. Bu duru­mun, bir hastalık olmadığına inanması ve ruhsal öğenin, bazı olayların geliş­mesinde önemli payı olduğunu bilmesi yararlı olur.
Gebeliğin ilk üç ayında genç kadın ge­nellikle yorgunluk ve uykusuzluktan şi­kâyet eder. Bunlar, organizmadaki de­ğiş tokuşları düzene sokmakla görevli sinir merkezlerinin ve salgı bezlerinin işleyişinde oluşan değişikliklerin sonu­cudur.
Bu ilk üç aylık dönemde, genç kadın ateşli hastalıklardan sakınmalıdır. Bu hastalıklar anne için tehlikesiz olmakla birlikte çocuğun gelişmesini olumsuz yönde etkilerler. Bu hastalıkların en teh­likelisi, gebelik dönemine göre, dölütte çeşitli kusurlu oluşumlara yol açabilen kızamıkçıktır. Anne kızamıkçığa gebeli­ğin yedinci haftasının bitiminden önce tutulursa, bu dönemde dölütte gözler ve kalp biçimlenmeye başladığından, bu organlarda kusurlu oluşumlar mey­dana çıkabilir. Hastalık gebeliğin onun­cu haftasına doğru ortaya çıkarsa, işit­me duyusu ya da sinir sisteminde bozuk­luklar başgösterebilir. Bundan sonra kı­zamıkçığın tehlikesi azalır; dölütün bü­tünüyle oluştuğu beşinci aydan sonra kesinlikle ortadan kalkar. Anne kıza­mıkçığa tutulunca dölütü korumak için hiç bir çare yoktur. Bu nedenle çare kı­zamıkçığa tutulmamaktır. Koruyucu ted­bir olarak, daha önce bu hastalığı geçir­tmemiş genç kadınlara gammaglobülin iğnesi yapılabilir. Ayrıca, yeni geliştiri­len bir aşı da uygulanabilir.
Gebeliğin ikinci üç ayı : Bu dönem ge­nellikle rahat geçer. Anne organizması artık gebeliğe uyma güçlüklerini yene bilmiştir; örneğin genellikle dördüncü aya doğru bulantı ve öğürtüler kendili­ğinden kaybolur, öte yandan dölyatağı ve dölütün ağırlığı henüz anneyi rahat­sız edecek dereceye gelmemiştir. Anne, bu dönemde dölütün ilk kıpırdanışlarını duyar; böylece çocuğun varlığını somut bir biçimde hisseder. Bu duygu onu da­ha mutlu kılar ve doğumu sabırla bekle­me gücünü arttırır.
Bu rahatlama dönemi ve yavrunun ola­ğan gelişmesi annede büyük bir mutlu­luk uyandırır. Kadın hastalıkları bilimi, etkin bir yaşamın anne için olduğu gibi, çocuk için de yararlı olduğu görüşünde­dir. Annenin, evde ya da dışarıda çalış­ması, yürüyüşler yapması doğru olur. Ancak bunları: yaparken ilk yorgunluk belirtisi duyulduğu anda hemen dinlen­mek gerekir. Cinsel ilişki ise güç gebelik durumları dışında, gebelik dönemince sürdürülebilir. Ancak kadının âdet gör­me günlerine rastlayan günlerde cinsel ilişkiden kaçınmak doğru olur. İstatis­tikler, bu günlerde çocuk düşürme teh­likesinin arttığını- göstermektedir. Bes­lenme ise çok erkenden denetim altına alınmalıdır. Sindirim bozuklukları sona erince, anne içgüdüsel olarak, gereğin­den çok yemek yemeğe eğilim duyar. Oysa, gebeliğinin sonuna kadar kadının 9-10 kilodan fazla kilo almaması gerekir. Bu nedenle ayda bir kilodan fazla alma­mak için, kadının kendini denetlemesi gerekir. Bunun için de, karbonhidratı (şekeri) azaltmak, buna karşılık protein, vitamin ve madensel tuzu arttırmak ge­rekir. Tuz ve vitaminler doktor tavsiye­sine göre alınır. Dölütün gereksindiği oksijeni sağlamak ve özellikle karın ve apış arası kaslarının esnekliğini koru­mak için, gebe kadının jimnastik hare­ketleri yapması gerekir. Bekleyişin üçüncü dönemi: Bu dönem, çok yakın bir gelecekte gerçekleşecek olan doğuma, sanki henüz çok vakit varmış gibi yaşanır. Gebelik erken bir doğumla sonuçlansa bile, çocuk yedin­ci ayda artık yaşayacak bir gelişmeye erişmiştir. Yedinci aydan sonra daha bü­yük bir hızla gelişir.
Gitgide daha ağırlaştığından gebeliğin, son ayları sıkıcı olur. Hemen önüne ge­çilmesi gereken düzensizlikler başgös­terebilir. Eğer zamanında tedbir alın­mazsa, gerek çocuk gerekse anne için ciddi durumlar ortaya çıkar. Annenin, " sık sık tansiyon ölçtürmesi, kan ve idrar tahlilleri yaptırması, gerekir. Genç kadı­nın gebeliğin ta başından beri kansız ol­ması, ya da son dönemde kansızlığın artmış olması da söz konusu olabilir. Bu durumda da gerekli tedavi uygulanır. Gebeliğin başlangıcında yapılan tahlil­ler bir RH negatif öğesinin varlığını gös­termişse sık sık bağışıklık cisimleri (an­tikor) denetimi yapılmalıdır. Gebeliğin bu döneminde, sidikde biraz albümin gözükmesi de önemli değildir. Aşağı yukarı bütün kadınlarda rastlanır buna. Yine de, bunun bir uyarı olduğu­nu unutmamak gerekir; çünkü albümin böbrek yetersizliğinin belirtisidir. Bu durumda ayrıntılı tahliller yapılması ge­rekir. Bunun için de, idrar sonra ile alı­nır; bulunan albümin belli bir miktarda ise yahut ayrıca tansiyon yükselmesi, el yüz ve bacak şişmesi geçen aylara göre kilonun aşırı artışı gibi düzensizlikler de varsa, böbrekle ilgili komplikasyonlari ortadan kaldıracak devamlı bir doktor denetimi gerekir. Doktor bu tür düzen­sizlikleri olan hastaya ilâç verir ve din­lenmesini öğütler.Ayrıca, baharatsız ve tuzsuz.az su ve ete yer veren bir rejim önerir.
Gebeliğin son aylarında, herşeyi yolunda giden kadınların bile tuzu azaltmaları doğru olur. Bu tedbirlerle bir zamanlar anne için olduğu gibi çocuk için de tehlikeli olan ve sık rastla­nan "albüminüri" olayları azalmıştır. Günümüzün kadını, sadece sağlık bilgi­si kurallarına uymakla yetinmemelidir. Doğuma etkin bir şekilde katılması, ço­cuk için olduğu gibi kendisi için de fay­dalıdır.
Gebe kadın, aklına gelen her soruyu hatta saçma gibi gözüken soruları bile doktoruna sormalıdır. Kendinde olup bitenler hakkındaki bilgisizliği, kendisi için olduğu kadar çocuğu için de zarar verici sonuçların doğmasına sebep ola­bilir. Altıncı çocuğunu bekleyen bir an­nenin bile geçmişte olanları unutması veya yeni bir izlenim edinmesi her za­man mümkündür. Günümüzde artık, gebeliğin ve doğumun tüm ayrıntıları bilindiğinden hiç bir endişe duymaya yer yoktur. Doğum dünyanın en olağan olayıdır.
Nitekim birçok az gelişmiş ülkede ka­dınlar tarlada çalışırken bile doğum ya­parlar. Bunun gibi son dünya savaşı sı­rasında, toplama kamplarındaki anneler çocuklarının hayatını kurtarmak için gizlice doğum yapmışlardır

Ana için, her gebelik olağan dışı bir olaydır, özellikle ilk tekme vuruşların­dan sonra, ta içinde varlığını duyduğu bu can, çocuğun erkek mi yoksa kız mı, esmer mi yoksa sarışın mı olacağına iliş­kin merak, annede güçlükle aktarılabilir duygular doğurur. Kocasına, çocukları­na, içinde olup bitenleri aktaramaz. Oysa, bu duyguları kıskançlıkla sakla­maya çalışmamak gerekir. Anne bebek hareket ettikçe kocasının elini karnının üstüne koyarak, hiç olmazsa bir kez doktora beraber giderek, dölütün kalp vuruşlarını dinleterek kocanın, kendine ve doğacak çocuğa daha yakın olmasını sağlayabilir.
Bebek bekleyen kadın, çoğu kez böyle bir olayın yalnız kendi başına gelmedi­ğine inanmakta güçlük çeker. Oysa, milyonlarca kadın gebe kalmakta, her dakika binlerce çocuk doğmaktadır. Bu nedenle, gebe kadın, ne kendi durumu­nu tek olarak ele almalı, ne de bir hasta gibi davranmalıdır. Günlük yaşam çalı­şan kadının, kendi durumunu çok fazla düşünmesine olanak vermez.Gebe kadın, alışılagelenden daha çok ekşi ya da tatlı isteyebilir. Bazen ansızın bazı renkleri, bu arada en çok moru sev­meye, ya da o zamana dek hoşuna git­meyen rahatsız edici kokulardan hoşlanmaya başlayabilir. Ya da tam tersine, karaciğeri tembelleştiğinden, bazı şey­lerden iğrenmeye başlar. Ancak bütün bunlar alışılan yaşantıyı bırakmak için bir sebep değildir. Gebeliği olağan bir biçimde gelişen kadın, yuvasıyla uğraş­maya, çalışmaya, araba kullanmaya, gezilere çıkmağa, bazı sporları yapma­ya devam edebilir, etmelidir de. Görü­nüşüne, makyajına, giysilerinin renk uyumuna her zamankinden çok özen göstermelidir. Vaktini uzanıp yatarak, yakınarak geçirmesi yanlış olur. Kocası, gebe kadının durumunu kolayca anla­maz. Kadının da, ilgi çekmek için onun sabrını tüketecek davranışlardan kaçın­ması gerekir.
Kadınların çoğu, gebelik öncesi görü­nüşlerine artık bir daha sahip olama­maktan korkarlar. Oysa bunu gerçekten isteyenlerin, tekrar elde etmemeleri için bir sebep yoktur.
önceden doğurduğu başka çocuklar ol­sa bile, yeni doğacak yavru için, minik giysiler dikmek, satın almak, pamuk gi­bi yumuşacık yünler, kumaşlar seçmek, anne için heyecan verici bir olaydır.Gebelik bir hastalık değildir. Dünyanın her yanında milyonlarca gebe kadın her gün aynı durumları yaşamakta, çalışmakta, gezilere çıkmakta, spor yapmakta veya öbür çocuklarına bakmaktadır

DOKTORA İLK GİDİŞ
Her genç kız 16 ya da 17 yaşına gelince bir kadın hastalıkları doktoruna görün­melidir. Anneler bunu görev bilip kızla­rını bu yaşta mutlaka doktora götürme­lidirler. Genç kızken böyle bir muayene yaptırmamış olanlar ise, evlenmeden önce mutlaka doktora görünmelidirler. Bu tür muayenelerin hiç biri yaptırılmamışsa, genç kadın gebe olduğu kanısına varır varmaz bir kadın hastalıkları dok­toruna gitmelidir. Doktor, durumu hak­kında kendisine doğru bilgi verecektir. Bu muayenenin çekinecek hiçbir yönü olmadığı gibi, acı verici bir yanı da yok­tur. Bu tür muayeneler çocuğa hiç bir zarar vermez. Buna karşılık gecikmeler, birçok korkulu sonuç doğurabilmekte­dir.
Gebeliğin başında bazı laboratuvar in­celemelerinin yapılması çok yararlıdır. Tansiyon, kalp durumu, albümin yüz­desi, v.b. ni bu incelemeler belirler. Yersiz bir utanç yüzünden, anne olma başarısına ulaşma olanağını ortadan kaldırmak, herhalde akıllıca bir davra­nış değildir.
Sidik kesesi boşken dölyatağına baskı yapmaz ve muayene daha kolay olur. Bu nedenle muayeneden birkaç dakika önce tuvalete gitmek doğru olur. Ayrıca doktorun hastaya çağrılmış olması veya doğumda olması olasılığını göz önünde bulundurarak, muayenehanede sabırla beklemeğe mutlaka alışmak gerekir. Ruhsal alanda, doktorla anne arasında, tam bir güven havasının bulunmasının çok büyük önemi vardır. Kadın, kendisi gibi karnındaki yavrusunu da karşısındaki doktora teslim etmektedir. Bunu bilerek, kendi isteğiyle yapmaktadır. Doktorun bilgisine bütünüyle güvenebilmelidir. Ancak, aynı zamanda, ona yakınlık duyması da gereklidir. Cenç anne, doktorundan bilgi ve öğüt ister­ken, hiç bir utanma ve sıkılma duymak­sızın, her sorununu açığa vurabilmelidir. Bu da ancak kendini doktora yakın his­setmekle olur. Hastanın çekingen olma­sı halinde, kadın doktoru psikolog görevini de yüklenir, irileşen dölyatağını, büyüyen dölütü, kadının hissettiği dü­zensizlikleri, tansiyonu, laboratuvar incelemelerinin sonuçlarını inceleyen doktor, kadının ruh sağlığıyle de, ilgilenmek zorundadır. Hasta doktora içten likle güvenirse, doktor da hastaya yar­dımcı olmaya hazır olur. Kadının, doktora köcasıyle birlikte git­mesi çok yararlıdır. Ancak bu, kocanın karısına cesaret vereceği düşüncesiyle ileri sürülmüş bir fikir değildir. Aksine amaç, kocanın yabancısı olduğu sorun­larla ilişki kurmasını sağlamaktır. Karı ve koca, gebeliğin doğurduğu her soruna beraberce göğüs gerebilir, tartış­masını aralarında açıkça yapabilirlerse, kadın eşi bulunmaz bir yardımcı bulmuş olur. Kocanın, olayların ne biçimde ge­liştiğini bilmesi, karısınrih endişelerine bir de kendisininkileri eklemeksizin, olayları karşılayabilmesi olasılığını sağ­lar.
Kadın doktoru,, hastasını daha önceden tanımıyorsa ona, aşağıdaki bilgiler veril­melidir
* Tamamen iyileşmiş olunsa bile geçirilen hastalıklar,
* Çocukluktan beri geçirilen bulaşıcı sık hastalıklar,
* Âdet görmelerde görülen düzensiz­likler,
* önceki gebeliğin gelişme özellikleri,
* Hastanın kan gurubu, RH etkeni ve eğer bu negatifse, kocanın kan gurubu,
* Hastanın normal ağırlığı,
* önceden yapılmış muayenelerin so­nuçları,
Gebelik süresi boyunca, sekizinci aya dek, ayda bir defa kadın doktoruna gi­dilmelidir. Bu aydan sonra, her on beş günde bir, eğer doktor gerekli görürse, daha da sık gitmek gerekir. Olağan za­manlardaki âdet görme günlerine karşı­lık olan günlerde doktora muayene için gitmekten kaçınmak doğru olur.

Gebe kaldığını anlayan bir kadının, ka­dın hastalıkları doktoruna sorduğu ilk soru "çocuğum ne zaman doğacak" ol­maktadır. Kuramsal olarak gebelik 280 gün sürer. Gebeliğin başlangıcı görül­meyen âdetten önceki 16 -12 gün arasın­daki yumurtlama devresidir. Ancak bu hesaplamanın, çok yaklaşık bir bilgi vermeden öteye gitmediğini de hatırlat­makta yarar vardır. Tartışma kabul et­mez kesinlikte bir doğum tarihi sapta­mak olanaksızdır. Bunun nedeni de, ge­beliğin başlangıç tarihinin kesin olma­masıdır. Genç kadın genellikle son âde­tin tarihinden yola çıkar. Oysa, gebe­lik başlamış olduğu halde, bir ya da iki ay boyunca, âdet görme tarihinde kana­ma görülebilir. Bu "yalancı âdet görme­ler" anneyi yanıltabilir. Yumurtlamanın normalden daha değişik bir tarihte ger­çekleşmesi de mümkündür. Gebelik süresinin, kadının âdet çevriminin uzun luğuyle sıkıca bağlantılı olduğu da sa­nılmaktadır. Âdet çevrimi uzunsa, ge­belik dönemi de uzun olmaktadır. İki âdet arasında 22 - 28 günlük ara varsa gebelik yaklaşık olarak 270 gün, bu fark 30 - 35 gün ise gebelik yaklaşık olarak 288 gün sürmektedir. Günümüzde, çocuğun erken doğumu halinde, endişelenmek için hiç bir ne­den yoktur. Altıncı ayın bitiminden son­ra doğan bebekler kuvözler ve iyi bakım sayesinde birkaç haftada, zamanında doğan çocukların boyuna ve kilosuna ulaşmaktadırlar. Buna karşılık gebelik süresini geçirmemek çok dikkat edilme­si gereken önemli bir konudur. Gebelik süresi bittiği halde doğum ol­mamışsa, bazı güçlükler başgösterebilir. Gelişmeğe devam eden dölütün boyut­ları doğumu güçleştirebilir; ayrıca son (plasenta) eskimeye başladığından dölütü yeterince besleyemez. Dölüt böy­lece ağırlık ve direncini yitirerek, henüz dölyatağının içindeyken ya da doğar doğmaz ölüm tehlikesiyle yüz yüze ge­lir, işte bu yüzden, geç doğan bebekler genellikle buruşuk yüzlü olurlar. Doktor uzayan bir gebelik durumunda, dölütün sağlık durumunu öğrenmek için dölyatağı sıvısını incelemek ister. Çok kolay bir müdahale ile dölyatağından alınan bu sıvının laboratuvarda incelen­mesine amnioskopi denir. Bu inceleme sonucunda, sıvıda bazı bozukluklar gö­rülürse, dölyatağında kasılmalar uyan­dıran bir hormon iğnesi yapılarak do­ğum hızlandırılır. Amnioskopiye giriş­meden önce, doktorun, doğum için tah­min edilen tarihi bilmesi gerekir. Anne, gebe kaldığı tarihi bildirerek bu konuda doktora yardımcı olur. Gebe kadın, özellikle son âdetin özelliklerini belirtir. Son âdetin eski âdetlerden değişik ol­ması, daha az olması "yalancı âdet gör­me" olasılığını akla getirir. Böyle bir du­rumda, gebelik sanıldığından bir ay ön­ce başlamıştır.
Bir başka ölçü de, annenin dölütün ilk kıpırdanışlarını duymağa başladığı ta­rihtir.

Yeni bir canlının yaşamı ve gebelik, yu­murtacığın erkek tohum hücresi (spermatozoit) tarafından döllenmesiyle baş­lar. Yumurtalıkta olgunlaşan yumurta­cık, fallop borusuna inerek dölyoluna girmiş olan spermatozoitle karşılaşır. Bu olay kuramsal olarak âdet görmeden önceki 12 -16 günler arasında gerçekle­şebilir. Bununla beraber, kadın döllen­meden ancak 15 gün sonra, yani bekle­diği tarihte adet görmeyince gebe oldu­ğundan kuşkulanır. Ancak tam bir sonu­ca varabilmek için bir idrar tahlili gere­kecektir. Yapılan tahlil sonucunda si­dikte gonadotrop hormonunun varlığı ortaya çıkarsa, gebelik kesinleşmiş olur. Bu hormon, ana ile çocuk arasındaki beslenme bağlantısını sağlayan ve emb­riyonla aynı zamanda oluşan çocuk so­nu (plasenta) tarafından üretilir. İdrarda bu hormonun var olup olmadığını saptamak için kesin sonuçlu kimya­sal testler yapılır. Âdet görmenin başla­ması gerektiği tarihten 10 gün sonra, sa­bahleyin uyanır uyanmaz alınacak bir miktar sidiğe uygulanacak testin vere­ceği sonuç çabuk olduğu gibi kesindir de. Âdetin başlaması gereken tarihten 10 gün geçmeden yapılacak test kesin bir sonuç vermez.
Bazı ruhbilimciler, gebeliğin kadının az veya çok bilinçli bir isteğinin sonucu olduğunu öne sürerler. Bu görüşte bir miktar gerçek payı vardır. Aslında, en elverişli zamanda, en iyi olanaklar için­de bir çocuk sahibi olmaya karar ver­mek yalnız kadına değil, karı ve koca­nın ikisine birden düşmektedir. Çocuğu sadece eşlerden biri istemişse; cinsel güçlülüğü tanıtlama düşüncesiyle ya da soyun sürekliliğini sağlamak için. dünya­ya getirilmişse çocuk, er veya geç bu­nun olumsuz etkileriyle karşılaşacak­tır.
Bir çocuğun en elverişli zamanda doğ­ması için anne ve babanın, inceden in­ceye düşünerek buna karar vermeleri gerekir, özellikle genç çiftin ruhsal yönden hazır ve birbirine bağlı olması gereklidir. Her ikisi de, zihinsel ve kalıt­sal açıdan, olağan bir gebeliğe yol aça­bilecek yetenekte olmalıdır. Bunun için de hem evlenmeden önce, hemtte evli­lik sırasında, kadın ve erkeğin doktor muayenesinden kaçınmamaları gerekir. Doktor bir kadının gebeliğe dayanabilir güçte olup olmadığına karar vermek için genel durumunu inceler. Gebelik süresi boyunca, dolaşım sistemi, akci­ğer ve böbrekler daha çok çalışmak zo­rundadırlar. Bu aşırı çalışma dengesizli­ğe yol açacak olursa gebeliği ertelemek gerekir.
öte yandan, erkekte olduğu gibi kadın­da da, kalıtsal ve bulaşıcı hastalıkların var olup olmadığını dikkate almak gere­kir. Soyunda hemofili (kanama dinmezliği) olan bir kadın, tam sağlıklı olmakla beraber, bu hastalığı erkek çocuklarına aktarır. Zararsız düzeyde şeker hastası olan bir kadın da, hastalığın tehlikeli so­nuçlara yol açtığı şeker hastalıklı çocuk­lar dünyaya getirebilir. Birkaç tahlil ve incelemeyle bu tür sakıncalar saptana­bilir.
Benzeri gözlemler uyuşturucu maddeler konusunda da yapılabilir. Uyuşturucu madde kullananların çocuk doğurma konusunda çok dikkatli olmaları gerekir. Çünkü bu maddelerin yan etkileri ve so­nuçları yeterince incelenmiş değildir. Yeni geçirilmiş bulaşıcı hastalıklar, ilâç kullanma, hatırı sayılır bir aşırı bitkinlik hali, fiziksel veya sinirsel bir yorgunluk dönemi, gebeliği olumsuz yönden etki­leyebilen etkenlerdir. Aile, duygusal, toplumsal ya da ekono­mik alanda bunalımlı bir devre geçirmekteyse, yeni bir çocuk pek öğütlen­mez; çünkü annenin sakin günlere ihti­yacı vardır. Çiftin, önceden bir çocuğu varsa, onun da ruhsal ve maddesel ge­reksinmelerini göz önüne almak gere­kir.
Ayrıca çocuk için olduğu gibi anne ve baba için de güçlükler doğurabilecek belirli durumlar dikkate alınmalıdır. İlk çocuk ameliyatla doğmuşsa, yeni bebe­ğin aynı şekilde doğmamasına çalışma­lıdır. Ayrıca büyük çocuğun kardeşinin doğması olayını kendisi için bir ceza olarak nitelememesi için ikinci çocuğun doğumunu ilk çocuğun, okula başlama tarihiyle aynı zamana düşürmemek ge­rekir. Bu uyarılar, hiç bir zaman bir ço­cuğun doğumunu sınırlama amacını gütmemekte, sadece, çocuğun getire­ceği sorumlulukların bilinmesi amacını gütmektedir.